Bakıyor ama göremiyor olmanın sınırlarından kurtulmam gerekeceğini biliyordum; er ya da geç gözlerimi açmam gerekecek, içinde bulunduğum bu yarı cehalet durumundan sıyrılmam gerekecekti. İstemiyordum ama istemiyor olmamın hiçbir önemi yoktu, benden bağımsız gelişen ve gelişecek bir durumdu bu.
Ben bu satırları yazarken ne kadar üzgün olduğumu söylememe izin verin. Bir kızın en savunmasız zamanı, her ay bir haftaya denk gelir ve bu bir hafta zehir gibidir; başına gelenler onu ya düşüncenin ötesinde bir mutluluğa taşır ya da mahveder. Ben mahvolanlardanım, hatta şu saniyelerde o kervanın başını çekiyorum bile denebilir.
Bazı insanlar var, bu insanları anlamıyorum. Anlamadığım çok insan var ama bu bazı kişileri hiç çözemiyorum. Bu bazı kişiler bir başkasının acısından, üzüntüsünden, çaresizliğinden besleniyorlar ama sadizm sınırları içerisinde değil kesinlikle. Ben bu insanlardan biriyle tanıştım. Özgüvensiz, hayatından mutsuz, kıskanç kişilerdir bunlar ve hayatınıza almamak gerekir. Ben bu insanlardan birini hayatıma aldım.
Bilerek, isteyerek ama farkında olmadan.
Ah, şu an o kadar değişik bir hisler içerisindeyim ki, kelimeler bile bana yardımcı olamıyor. Hayatımda, kelimelerle çözemediğim hiçbir şey yaşamadım henüz ben. Yaşayacağıma da pek inanmıyorum desem, çok yanlış olmaz sanırım. Kelimeler arkadaşım oldu, sırdaşım oldu; eğlencem, üzüntüm, acım, endişem, mutluluğum, korkularım… Akla gelebilecek her role büründü kelimeler benim hayatımda.
Şu saniye ise, düşüncelerime tercüman oluyorlar… Çok başarılı oldukları söylenemez ama deniyorlar ve önemli olan denemektir. Geri kalan her şey boş.
Bu bahsettiğim insanlar kendilerine güvenmeyi deneselerdi eğer, mutluluğu olmadıkları biri gibi davranmakta arayacaklarını mı sanıyorsunuz siz hala? Kim ister ki adı Ahmet iken, Mert olmayı? Herkes mi? Belki… Ama bunu söyleyin bana, kim bunu gerçekten yapar? Kendini sevmeyen biri.
Evet, sorunumuz da burada başlıyor çünkü kendini sevmeyen biri çok tehlikelidir.
Ben kendini sevmeyen birini sevdim; ben sevdim, o sevmedi. Ben ona saygı duydum, o beni önemsemedi ama önemsiyormuş gibi yaptı. Bunda da çok iyidir bu tipler; olmadıkları biri gibi davranmakta o kadar ileri gitmişlerdir ki, duyguları bile şekil değiştirir, bir bukalemunun değişen renkleri gibi gökkuşağından süslenerek sofranıza – yani beyninize ya da kalbinize – yerleşirler. Siz de yersiniz.
“Ben yemem,” falan demeye de kalkmayın: hayatınızda yediğiniz en güzel öğünden daha büyük bir iştahla, bazen çiğneyerek bazen tek bir lokmada, ham yapıverirsiniz bu yalanları.
Demeyeyim mi? Ama efendim, doğrular bunlar: gerçek olmayan her şey yalandır. Yalan değilse hayaldir; hayal de yalanın eş anlamlısı gibidir zaten. Hepsi aynı kapıya çıkıyor, siz ne ad verirseniz verin.
O benim için bir hayaldi, sonra bir yalan oldu; arada bir yerde duygularımın gerçekliğine dokundu, onda da ağzıma sıçıp gitti zaten. Alçak puşt. Küfretme diyorsunuz, öyle mi? Neden etmeyecekmişim? Acıyan kalp benim değil mi, ya da bu küfürleri yazan parmaklar? Eee, benim küfürlerimden sana ne, kardeşim?
Bakın buna da ayrı sinirleniyorum ve o kadar ki, şu an asıl konunun, sahibinin taşıyamadığı bir isim olduğu vakayı bile unutuverdim bir anlığına. Tabii, onu unutmak ne mümkün; gitti zihnimin ve kalbimin bir yerlerine işledi adını. Hem de altın rengi iplikle, inanabiliyor musunuz buna?
Evet, ben de inanamamıştım ilk fark ettiğimde. Doğrusu hala da inanabilmiş değilim. Ben ki, bazı noktalarda övündüğümde, bunu zekamla yapar gibi olurum. Sonra zeka ile dünyanın kurtarılmadığını hatırlayıp vazgeçerim. Bir kalp bile kurtarılmamışken, koskoca dünya ne yapsın benim yalan hikayesine dönen zekamı?
Neyse, ne diyordum? İsimdi, değil mi?
Ailelerin isimlerle ilgili en büyük sıkıntısı sanırım, birine bir adı verirken çok düşünmemeleri. Kulağa hoş geliyor diye konulan nice isimler duydum, hiçbir işe yaramaz. Tabii unutulmamalıdır, kendi olmayı reddeden hiçbir insan gerçeklikle bağ taşımaz; bu durumda da kendi ismi oluyor sanırım kopan iplik. Evet, koskoca bir kişiliği yaratabiliyorlar. Eh, bir isim sallamak o kadar da zor olmasa gerek diye düşünüyor insan.
Acı gerçek: değil zaten.
Günümüzün bir sorunudur bu bence. İnternet bir illet, biz de içinde yaşayıp gidiyoruz. Bazıları kalplerini, bazıları da banka hesaplarındaki bütün parayı kaybediyor. Hangisi daha üzücü, ayırt edebilmiş değiliz.
Biri eğer küçük bir balık ise, ona gidip dev balık adını koymanın anlamı yok çünkü o kişi için adı, “dev balık” değil de, “kişi için fazla büyük bir balık” olacaktır. Sen küçük bir balık isen, küçük balıklığını bil kardeş! Eğer balık değilsen, ne gelmiş karşımda denizaltındaki hayatla ilgili car car konuşuyorsun? Anlayabilmiş değilim, bu neyin kafası?
Sen benimle kafa mı buluyorsun?
Eğer kafanı kaybettiysen ve arıyorsan, üzgünüm, ben almadım. Git başkalarının oyunlarını boz; hayatım sen gelmeden önce de güllük gülistanlık değildi ki sana yardımcı olabileyim. Sana dediğim şey açık ve netti ama sen ne yaptın? Gittin, her şeyi karıştırdın yine. Yaptın mı bir çorba, içmesi de bana kaldı. İçtim içmesine de, neden yaptığımı açıklayamadı İsviçreli bilim insanları. Henüz o kadar gelişmedi tıp. Bu davranışı, bu düşünceyi anlayacak gelişemedi.
Gelişemeyecek.
İsmin büyük geliyorsa bir boy küçüğünü alaydın, en azından o zaman doldurmak için kalbime ihtiyaç duymazdın. Satır aralarına kanadım hep, sen de görmezden gelmeyi seçtin. Ben de şu an ne yapıyorum? Evet ne yapıyorum ben…
Sanırım bu yaptığım şeye bir “veda” deniyor. Belki de değildir. Henüz karar veremedim. Sen sahteydin, ben gerçek.
Sonra ben sahteleştim, sen gerçeğe yaklaştın.
Sonra ikimiz de patladık ve ben daha fazla kaldıramaz oldum. Arkadaşlarım senden nefret etti; bu durum beni eğlendirdi, sen ise kaçıp gitmeyi çözüm olarak gördün.
Çünkü sahtelerin bu dünyada yeri yok.
Ya da adından küçük balıkların.
Saygılar.
Teşekkürler Türkiye,
YanıtlaSilSanırım yalancı insanlara daha acımasız davranmalıyız?