Kişinin Kendisine İtirafı

Okuduğu, o çok sevdiği yazarların parmaklarından dökülen satırlardaki olgunluk genç kızın aklında dönüp duran, ona işkence eden ve onu bir türlü rahat bırakmayan kelimelerde yoktu. Yazmak için ne zaman bir bilgisayarı karşısına alsa; kelimeler, zihninin etrafına çektiği duvarlara çarpıp geri dönüyor, sayfaya akmamak için büyük bir savaş veriyorlardı. Kalbi serbest kalmak için çırpınıyor, ruhu onu besleyen düşünceleri dışa vurmak için çabalıyordu. Bu içsel bir savaştı ve genç kız, kendi kendisiyle çatışma halindeydi. Dışarıdan bir müdahele söz konusu değildi; kimse çıkıp da olumsuz birkaç satır geveleyemiyordu çünkü genç kız bu konuda çok sıkıydı, kendisinin çok emin olmadığı bir dize bile paylaşmazdı asla. Olumlu düşünceler ise bir kulağından girip ötekinden çıkmalarından dolayı işe yaramıyorlardı.
Bu savaşı kazanabilir miydi, bilmiyordu. Taraflarfan biri pes edip çekilmeden bitecek gibi görünmeyen bir çatışmaydı bu ve iki taraf da aynıyken, birinin ötekinden önce teslim olması pek mümkün görünmüyordu.
Genç kız bazen bilgisayarı bırakıyor, masasındaki küçük lambayı yakıyor ve eline bir kurşun kalem alıyordu. Önündeki çizgisiz kağıt tomarı onunla alay eder gibi bir hale bürünüyor, ne kadar boş, lekesiz ve temiz olduğunu genç kızın gözüne sokmaktan çekinmiyordu. O gibi anlarda genç kız ilk önce kağıda, sonra kaleme, sonra pencere camındaki yansımasına bakıyor, ardından aklına gelen ilk birkaç cümleyi aşağı karalıyordu.
Kelimeler asla istediği gibi birleşmiyor, yan yana geldiklerinde ayrı bir sıradan, ayrı bir anlamsız görünüyorlardı. Genç kızın aklından ne kurgular, ne büyüler geçiyordu. Ah, bir de fiziksel dünyaya geçirildiklerinde korusalardı ya güzelliklerini! Başka şey istemezdi bu kız, kelimelerin boyunlarını bükmeyi bırakmasından başka. Gerçekten de ne zaman elleriyle yazmayı denese harfleri eğik, cümleleri dağınık, düşünceleri ise yarım kalıyordu kağıt üzerinde. Zihninin içinde yankılanan büyülü dünya, kağıt ve kalemde can bulduğunda eğilip bükülüyor, olduğundan ve olması gerekenden daha çirkin, daha farklı bir suale bürünüyordu.
Genç kız bu durumdan bir türlü kurtulamıyordu.
Aklına gelen her yolu denemiş, kelimelerini canlandırmayı bir türlü başaramamıştı. Dünyamızın havasında bir şeyler olmalıydı, verdiği karara göre. Yoksa normal olamazdı bu durum, kelimeler bu kadar kolay solamaz, düşünceler bu kadar kolay çekilemezdi sonsuz mezarlarına. Belki de onu rahatlatan tek eylemden vazgeçmeliydi. Kelimelerin ölümünden daha kolay olurdu elbet fakat içten içe bunun gerçek olmamasını umuyor, yorgun gözler ve ağrıyan bileklerle yazıyor, yazıyor, yazıyordu.
Bir keresinde gözlerini kapatmayı denemişti. Görmezse, kelimelerinin çarpıtıldığına tanık olmayacağına inanıyordu. Oysa fikirleri somutlaştıran ilk şey kelimelerdi ve asla çarpık değillerdi; yan yana geldiklerinde anlamları değişiyor, saf bir amaç uğruna yan yana dizilen harfler, kelimeleri ve kelimeler de cümleleri oluşturduğunda tekillikten gelen büyü bozuluyordu. Harfler, yalnızlığı sevmezlerdi. Buna karar vermişti genç kız. Yalnızlığı sevmiyor ama yalnızlıktan sıyrıldıkları an, üzerlerinde taşıdıkları büyü bozuluyordu ve oluşturmak için yan yana geldikleri her kelimeyle, biraz daha solarak tekli varlıklarını kaybediyorlardı.
Bu genç kız için ölüm gibi bir son, en az  kaybolmak olmak kadar korkunç bir kaderdi: tek iken bir anlam ifade etmek, biri, bir şey olmak ve insanlar arasına girdiğinde sönüp giderek saydamlaşmak, var ama aynı zamanda yok olmak. Bakışların üzerinden akıp gitmesi. Ayrıca bir huzurdu da. Kendi kendine yetiyor olmak, insanların senden yerine getiremeyeceğin beklentilere girmemesi... rahattı, kolaydı ve her ne kadar kabul etmek istemese de, korkakçaydı. Genç kız korkuyordu ve kelimeleri de bu korkuyu paylaşıyordu.



5 yorum: